İLMİ KİŞİLİĞİ Ebû Gudde’nin ilmî kişiliğinde dikkati çeken husus onun İslâmî ilimlerin hemen hepsinde özellikle de hadis ilimlerdeki uzmanlığıdır. Önce Halep’in o dönemdeki ilmî birikimini kendisinde toplamış olan Hüsreviyye medresesinde, ardından Mısır’daki öğrenciliği sırasında iyi bir eğitim alan Ebû Gudde, ayrıca katıldığı çok sayıda özel dersler sayesinde İslâmî ilimlerin hemen hepsinde güçlü bir altyapı oluşturmuştur. Çok sayıda ilim adamı tarafından “allâme” olarak nitelendirilen Ebû Gudde, akâid ve tefsir ilmiyle de ilgilenmiş olmakla birlikte özellikle hadis, fıkıh ve Arap dilinde yetkili bir hale gelmiştir.
Yakından tanıyan bazı hocalarının ve ilim adamlarının onu “konuşan sözlük” olarak nitelendirmesi, zor beğenen bir kişi olarak tanınan Halep’in önde gelen Arap dili ve edebiyatçısı Abdülvehhâb Sâbûnî’nin Ebû Gudde’nin bu sahadaki üstün yerini kabullenmesi ve Muhammed Avvâme’nin kendisini nahiv ilminde “hüccet” diye nitelendirmesi, Ebû Gudde’nin bu alandaki konumu hakkında fikir vermektedir.
Büyük İslam alimlerinden Ebü’l-Hasen en-Nedvî: “Bu asırdaki muhaddislerin güvenecekleri allâme, fakîh, usûlcü, muhakkik, İslâm davetçisi, irşâd ehli, muttakî ve sâlih insan, saygıdeğer ilim adamı Abdulfettâh Ebû Gudde, büyük gayreti, isabetli görüşleri, değişik ilimlerdeki uzmanlığı ile selef âlimlerinin hatırası rabbânî bir âlimdir” demekte,
yine büyük alim Yusuf el-Karadâvî de: “Sevgili dostumuz, büyük muhaddis, fakîh, İslâm davetçisi, irşâd ehli, allâme, değerli ilim adamı Abdulfettâh Ebû Gudde, geniş bilgisi, itidâli, dikkati ve ortaya koyduğu hüküm ve görüşlerinde titiz araştırmalarıyla tanınmaktadır“ diyerek Ebû Gudde’yi övmektedir.
Ebû Gudde’yi takdir eden pek çok ilim adamı yanında kendisini tenkit edenler olmuştur. Bunlardan öne çıkanlar Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî, Bekr Ebû Zeyd ve Muhammed Lutfî es-Sabbâg’dır. Ebû Gudde’yi tenkit eden ilim adamlarının Selefî eğilimleri yanında genelde Hanefî özelde Zahidul Kevserî aleyhtarlılıklarıyla öne çıkmış olmaları, kanaatimizce, onların Ebû Gudde’ye karsı tavırlarını anlaşılır kılmaktadır. Hanefîliğin aleyhinde bulunanlarla hesaplaşma içerisine girmesiyle, dinî açıdan yanlış gördüğü inançlara, dinde reform (ıslâh) ve yenileştirme çabalarına, mezhepleri birleştirme ve mezhepleri terk etme gibi düşüncelere şiddetle karşı çıkarak geleneksel fıkıh ve usûlünü savunmasıyla dikkati çekmiştir.
Suudi Arabistan’da yaygın olan Selefîlik akımına mesafeli, Hanefî mezhebine bağlı, onu savunan ve Kevserî’nin talebesi bir muhaddis olarak Ebû Gudde’nin temsil ettiği bu çizgi, ikamet ettiği Suudi Arabistan’da kendisini hedef haline getirmiştir. Diğer taraftan Suudi Arabistan’da tepkiye maruz kalan sadece Ebû Gudde değildir. Onun gibi Selefîliğe mesafeli, Hanefi ve aynı zamanda Kevserî’ye karşı sevgi ve saygı besleyen Muhammed Ali es-Sâbûnî ve Muhammed Avvâme gibi ilim adamları da benzer tenkit ve ithamlara maruz kalmışlardır.
Ehl-i sünnet itikadına bağlı olan Ebû Gudde, Allah’ın (c.c.) isimleri ve sıfatları konusunda selef metodunu benimsemektedir. Bu hususta âyet ve hadislerde geçen ifadeleri “te’vîl, tahrif, teşbih ve temsile gitmeksizin” olduğu gibi kabul eden Ebû Gudde kritik kelâmî konulara dalmaktan daima uzak durmuştur.
Amelde Hanefî olan Ebû Gudde, kendi özelinde fetvadan ziyade takva ile amel etmeye özen gösterdiği, fetva verirken ise mezhebe sıkı sıkıya bağlı kalmayarak “tesâhüle varmayan bir müsâmaha” içerisinde hareket ettiği kabul edilmektedir. İctihad derecesine ulaşmamış, kaynakları ve teferruatıyla dini hükümlere tam bir şekilde vakıf olmayan kimselerin mezheplere bağlı olması gerektiğini düşünen Ebû Gudde, âlimler tarafından verilen ruhsatların peşinden koşulmasını ve şaz görüşlerle amel edilmesini hoş karşılamamıştır.
Öğrencisi Ahmed Hamdi Yıldırım’a göre; “Ebu Gudde Hoca efendi her şeyde kusur arayan, her söze şüpheci nazarlarla bakan, en muteber kaynakları bile istihfaf ve istihkar ifadeleriyle basite alan, asırlar boyunca Müslümanların iman, ibadet, ahlâk ve muamelatta önder kabul ettiği "imam"lara bile dil uzatmaktan çekinmeyen, İslâm âliminden ziyade bir oryantalist gibi davranan, tek arzusu bazı entelektüel çevrelere şirin görünmek olan reformist ve modernist bir kimse değildi. Böyle tipleri hiç sevmezdi. Bununla birlikte sadece eski kitapları okumakla yetinen, ilim dünyasına yeni hiçbir katkıda bulunmayan, yeni gelişen olaylara ve güncel problemlere çözüm getirmeyen, klasik mânâda, sıradan bir kişi de değildi. Ne modernist idi, ne de klasik bir tipti. O eskilerin sarsılmaz azmi ve ihlâsı ile modern akademik araştırma üslûbunu mezceden eşine az rastlanan bir tahkik üstadı idi. “