GERÇEK MÜSLÜMAN İNSANLARIN ELİNDEN VE DİLİNDEN EMİN OLDUĞU İNSANDIR  

Menü
Site Haritası

Ulamanın Hakkında söyledikleri

ARKASINDAN SÖYLENENLER
El-Kevserî merhum Mısırda yaşadığı uzun yıllar boyunca bir yandan kitap ve makaleler yazmış, bir yandan da Abdülfettah Ebû Gudde, Muhammed Yusuf el-Bennurî, Ahmed Hayri gibi günümüsün büyük alimlerini yetiştirmiştir. Abdülfettah Ebû Gudde, Zahid el-Kevserî’nin en meşhur ve en sadık talebesidir. Kevserî ile aralarında hoca-talebe diyalogu açısından manidar bir münasebet oluşmuştur. Hattâ Ebû Gudde’nin “el-Kevserî” nisbeti ile anılmaktan iftihar ettiği söylenmiştir. Bu sadık talebenin üstadına hayranlığı sadece sözden ibaret değildir. Telif ettiği, tahkik ettiği, neşre hazırladığı eserlerinde fırsatlar düşürüp sürekli üstadından alıntılar yapmakta, “Üstadımız Şeyh Zahid el-Kevserî şöyle buyuruyor.” ifadeleri ile hocasını devreye sokmaktadır.(17)

1997’de vefat eden Ebû Gudde, İslâm Dünyası’nın hatırı sayılır âlimlerinden biri idi. Üstadına duyduğu bu engin saygı, ona ayrıca vefalı bir insan olma özelliği de kazandırmıştır. Yukarıda Abdülfettah Ebû Gudde’nin ifadeleri ile tanımaya ve anlamaya çalıştığımız bu “vatanından cüda âlimi” yine kendisine vefalı talebelerinin samimî ifadeleri ile ele alalım.

Muhammed Yusuf el-Bennurî, Kevserî’nin Makalât adlı eserine yazdığı önsözde şunları söylüyor: “Tabakat-ı İbn Sa’d’da Mesruk’un Abdullah b. Mes’ud (r.a.) hakkındaki şu değerlendirmesini okumuştum. Mesruk şöyle anlatıyordu: “Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yakın arkadaşlarından bir çoğu ile beraber olma imkânına sahip oldum. Onları hep, kendilerinden insanların su ihtiyaçlarını giderdikleri su kaynakları (el-İhaz) olarak düşünmüşümdür. Şöyle ki: Onlardan bazıları bir adamın, bazıları iki, bir diğerleri de on adamın susuzluğunu giderecek vüs’ate sahip idiler. Bazıları da vardı ki, bütün insanlık bu menbaın başına toplansa, hepsi de bu kaynaktan doya doya içebilir ve suya kanabilirdi. İşte Abdullah b. Mes’ud (r.a.), bu genişlik ve enginlikteydi.”(18) Bennurî şöyle devam ediyor; “Bu rivayeti düşününce, yapılan benzetmenin Zahidü’l-Kevserî’ye çok uygun (sevaen bi sevain) olduğunu gördüm… O’nun, uzun yıllardan sonra Cenab-ı Hakk’ın kendi milletine bir lütfu ve ihsanı olduğu kanaatini taşıyorum.”(19)

Ebu Zehra
Çağımızın meşhur İslâm hukukçularından Muhammed Ebû Zehra da, Kevserî’yi takdir ifadeleri ile hatırlayanlardan. Bu tanınmış Arap müellifi şunları söylüyor: “Onunla karşılaşmayı çok istiyordum. Yerini bilemediğim için bu isteğimi gerçekleştirememiştim. Bir gün Atabe meydanında (Kahire’de bir semt) dolaşırken, simasında hakikatin parıltılarını sezdiğim biriyle karşılaştım. Türk âlimlerinin giydiği bir elbise giymişti. Etrafında talebeleri ile yürüyordu.. Talebelerden birine yaklaştım; “Bu kim?” diye sordum. “Üstad Kevserî” dedi. Bu ilk karşılaşmamızdan sonra kendisini sürekli ziyaret ettim. Yazdıklarından çok daha fazlası bir ilme sahipti. Evet o, Mısır’da bir hazine idi. Üstad Kevserî’nin kitaplarını okuduğunuzda, kullandığı dil sizde halis Arap bir müellifin bıraktığı tesiri bırakır.”(20)

Şeyhul İslam Mustafa Sabri efendi
Osmanlı Devletinin son şeyhulislamı Mustafa Sabri Efendi de Mevkıf’ül Akl’ın 3. cildinde bir haşiyede şöyle diyor; “Geçmiş Şeyhülislamlar Zahid Efendi gibi bir ders vekili bulamadıkları için ben onların karşısında iftihar ederim. Fatih Medreseleri de Tenib-ül Hatib ve Nüket-i Tarife gibi kitapların müellifi Zahid Kevseri gibi bir âlimi sadrında yetiştirmekle kıyamete kadar iftihar eder. Zahid Kevseri ki,iki bahr-i muhitte emsalsiz bir dalgıçtır; Fıkıh ve Hadis İlminde..” (21)
El-Kevserî’yi okumadan İbn Cerîr et-Taberî’yi, Ebû Ca’fer et-Tahâvî’yi, el-Hatîbu’l-Bağdâdî’yi, Fahruddîn er-Râzî’yi, İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî’yi, İmam el-Gazzâlî’yi, İbn Teymiyye’yi, İbnu’l-Kayyım’ı, Şihâbuddîn el-Mercânî’yi, eş-Şevkânî’yi, Abdülhayy el-Leknevî’yi, Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî’yi, Şebbîr Ahmed el-Osmânî’yi, Zafer Ahmed et-Tehânevî (Tanvî)’yi, Mustafa Sabri Efendi’yi, Selâme el-Kudâ’î’yi, Muhammed Bahît el-Mutî’î’yi… gerçek anlamda tanıdığını kim söyleyebilir?
Bu isimlerden Mustafa Sabri Efendi merhumu hariç tutarsak, hiç birisinin Osmanlı alimi olmadığını söylemeye gerek yok. Hatta bir kısmının bazı okuyuculara yabancı gelebileceğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu isimleri tanımadan, görüş ve yaklaşımlarını sağlıklı tahlillere tabi tutmadan bugünde dünün izini sürmek, geleceği geçmişe bağlamak ve istikamet üzere sabit-kadem yürümek mümkün değil. El-Kevserî merhum, nasıl hayatının yarısından fazlasını geçirdiği Mısır’da –sadece Mısır’a değil, bütün İslâm Dünyası’na– Osmanlı ulemasını tanıtmışsa, bize de Osmanlı coğrafyası dışından Hindistan’dan, Kazan’dan, Mısır’dan… son derece önemli kesitler sunmuştur. Günlerce süren açlığını yazma eserler kütüphanesinde unutacak kadar ilim aşığı, tam anlamıyla “ismiyle müsemma” bir “zahid”, Osmanlı bakiyesi bir ilim adamı… Evi bütün dünyadan ilim ve fikir adamlarının buluşma yeri, bir “sivil akademi”, desteklediği fikri ihya eden, tenkit ettiklerini çıldırtan, dost-düşman herkesin ilmî vukufiyetini itirafa mecbur kaldığı, modernleşme projelerinin İslâm Dünyası’nda yol açtığı travmaları her seviyede yaşamış, tam anlamıyla “çağının tanığı” bir “allame!” (22)

Son bir kesiti de sadık talebesi Abdulfettah Ebû Gudde’den nakledelim: “Üstadımız Zahid el-Kevserî gerçek mânâda bir zahid idi. Onu tanıyanlar bunu yakinen bilirlerdi. Eline bir şeyler geçtiği zaman onunla muhtaç olanların ihtiyacını görürdü. Eli daraldığı zaman sabreder ve Cenab-ı Hakk’a şükrederdi. Allah ona rahmet etsin ve sabredenler makamına yükseltsin.”(23)
DİPNOTLAR
17-Abdülfettah Ebû Gudde’nin bu türden atıfları için bkz. El-İsnad mine’d-dîn s. 96, (1996-Beyrut); Kelimat fi keşf-i ebâtil ve iftiraat, Cevabu’l-Hâfız Ebi Muhammed Abdülazim el-Münzirî el-Mısrî an esiletin fi’l-cerh ve’t-ta’dil ile beraber basılmış. s. 37, (1984-Beyrut); Kitabu’l-Kesb, Abdülfettah Ebû Gudde’nin takdim yazısı s. 29, 35, 42, 48, 53, (1997-Beyrut); Abdülfettah Ebû Gudde, Teracim-i Sitte min Fukahai’l-İslâmî fi’l-karni’r-rabia aşara ve eseruhum el-fıkhıyye s. 53, (1997-Beyrut); Safahat min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-ilm ve’t-tahsil s. 253, 274, (1992-Beyrut).
18. İbn Sa’d, Tabakatu’l-kübrâ, 2/343. (Bu kaynak Makalât’ın 1994 baskısında 2/105 şeklinde verilmiş. Eldeki Tabakatu’l-kübrâ baskısında hâdise bu sahifede zikredilmemiş.); İbn Cevzî, a.g.e. 1/ 404. 19-. Zahid el-Kevserî, Makalâtu’l-Kevserî s. 3, (Muhammed Yusuf el-Bennurî’nin takdim yazısı).-
20 Zahid el-Kevserî, Mukaddimâtu’l-Kevserî s.13, 16 (Muhammed Ebû Zehra’nın takdim yazısı). 21.www.cevaplar.org’da Zahid el-Kevserî’nin talebelerinden M.Emin Saraç’la yapılan röportajdan naklen
22- Ebubekir SİFİL, Kevseri  Külliyatı ,Milli Gazete – 27 Mayıs 2006
23- Abdülfettah Ebû Gudde, Safahat min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-ilm ve’t-tahsil s. 253, (1996 ,Beyrut).

Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam179
Toplam Ziyaret582619
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar35.037435.1778
Euro36.390736.5365
Saat
Hava Durumu